Doğu Eroğlu

Plastikle ilgili birçok soru işareti var.

Plastikler ile fosil yakıtlar arasındaki bağı ortadan kaldırmadan, plastik iklim değişikliğiyle mücadeleyle uyumlu bir malzeme haline gelebilir mi? Geri dönüşüm bu bağlantıyı zayıflatabilecek kadar güçlü bir araç mı yoksa bir çeşit yeşile boyama gereci mi? Tüketiciler plastik tüketiminin sonuçlarını görmezden gelmeye devam ettikçe küresel plastik atık ticareti engellenebilir mi?

Bu sorulara yanıt bulsak bile çözmemiz gereken bir sorun daha var.

1950’den beri ortaya çıkan plastik atıkların sadece yüzde 9’u geri dönüşüme gönderildi, yüzde 14’üyse yakıldı. Bu demektir ki plastiklerin yüzde 77’si çöplüklere atıldı, gömüldü ya da doğaya karıştı.

Plastiğin Yolculuğu video-belgeselinden (Kaynak: Geyer et al. 2017. Animasyona uyarlayan: Denizhan Kaymak).

Peki, doğaya karışan plastiklere aslında ne oluyor?

Çocukluklarını benim gibi 90’lar ve sonrasında yaşayanlar, çeşitli malzemelerin doğada yok olma sürelerini gösteren afişleri okul panolarından hatırlar. Afişlerde genellikle farklı evsel atıkların doğada yok oluş süreleri sıralanır ve dolaylı olarak şu mesaj verilirdi: “Kullandığınız ürünleri ya da ambalajlarını ortalık yere atmayın. Bu malzemeler geri dönüşüme gitmeyip doğaya bırakılırsa, yok olmaları için yüzlerce hatta binlerce yıl geçmesi gerekecek.”

Afişlerde en doğada yok oluş süreleri bakımından en yüksek yıl değerlerine hep plastik ürünler ya da plastik içeren ambalajlar sahip olurdu (Cam şişe hariç).

Jenerik “Ürünlerin doğada yok oluş süreleri” afişi. Bu afişe Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüklerinden birinin internet sitesinde rastlandıysa da aslında içerikte geçenler başka afişlerden olduğu gibi alındığı için, asıl kaynak artık bilinmiyor

Çocukluğumdan aklıma kazınan afişte anlatılanları verili bilgi gibi değerlendirmem, doğada yok olmanın gerçekte ne anlama geldiğini sorgulamamı epey geciktirdi.

İlkokul eğitimimin 20 yıl sonrasında plastiklerin gerçek akıbetini, Çukurova Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi’nden deniz biyoloğu Doç. Dr. Sedat Gündoğdu’ndan duyduğum an uğradığım şaşkınlık, cevaba pek de hazır olmadığımı gösteriyordu:

Sedat Gündoğdu: Şu anda elimizde bu plastikleri bertaraf edebilecek çok efektif ve zararsız bir yöntem söz konusu değil. Böyle bir yöntem henüz keşfedilmedi. Hep söylenir ya, “Plastik şu kadar yılda yok oluyor” diye. Plastik yok olmuyor! Plastik ne oluyor? İşte şu örnekte de görebileceğiniz gibi mikroplastiklere dönüşüyor [İskenderun Körfezi’nde denizden topladığı mikroplastik örneklerini içeren, elinde tuttuğu kabı gösteriyor]. Plastiğin kimyasal yapısının doğada kendiliğinden değişmesi için hiçbir neden yok!

Doğu Eroğlu: Böyle kalacak yani?

Sedat Gündoğdu: Kesinlikle. Sonsuza kadar mikroplastik, nanoplastik olarak gidecek…

Sedat Gündoğdu, sucul ekosistemlerden topladığı mikroplastik örneklerinden birini gösteriyor. Plastiğin Yolculuğu video-belgeselinden

Toprak altında sahiden de biyobozunma gerçekleşiyor ancak konu plastikler olduğunda bir parantez açılması gerekli. Malzemeler bakterilerce parçalanıyor ama plastiği oluşturan bileşiklerin molekülleri bakterilerce tüketilemiyor. Teknik olarak bunun gerçekleşebilmesi için plastiklerin radyoaktif ışımaya ya da yeterli miktarda ısıya maruz kalması gerekiyor. Diğer malzemeleri biyobozunuma uğratan bakterilerin aynı şeyi plastikler için gerçekleştirebilmesi için iyi koşullarda, muhtemelen 1000 seneden daha fazla süre geçmesi gerekiyor. İlk plastikler 19. yüzyıl sonunda, bugün kullandığımız yaygın plastiklerse 20. yüzyılla birlikte üretilmeye başlandığı için bu tahminler henüz sınanmış değil.

Günümüzde, plastiklerin parçalanıp mikroplastiğe dönüştüğünü, mikroplastiklerinse kimyasal özelliklerini kaybetmeden küçülmeye ve ekosistemler içinde dolaşmaya devam ettiğini biliyoruz.

Deniz biyoloğu Doç. Dr. Sedat Gündoğdu. Plastiğin Yolculuğu video-belgeselinden

Plastik kirliliği onlarca yıldır biliniyor ama aynı şey mikroplastiklerin varlığı için geçerli değil. Plastikler 19. yüzyıldan beri hayatlarımızda olsa da mikroplastiğin sadece birkaç yıldır tartışılmasını Sedat Gündoğdu, “Yeni keşfettiğimiz bir fenomen bu. Eskiden plastik kirliliğini biliyorduk ama mikroplastiği bilmiyorduk. Son beş altı yıldır tüm dünya denizlerinde, karalarında ve hava atmosferinde mikroplastik araştırmaları gerçekleştiriliyor ve bu problemin yaygınlığını ve insan sağlığına olan etkisini de daha fazla araştırılması gereken bir konu olarak önümüze sunuyor” diye açıklıyor.

Göreceli olarak yeni olan bu fenomenden ilk bahseden, Sargasso Denizi Yüzeyindeki Plastikler makaleleriyle Edward J. Carpenter ile K. L. Smith, Jr oldu.

Sargasso Denizi’nin konumu

Makalenin yayınlandığı 1971’de plastikler henüz tüm dünyayı istila etmiş değildi, okyanuslara giden plastik miktarı da pek bilinmiyordu. 2000’li yıllarda plastiğin yok olmadığı, bunun yerine küçülerek karalara ve okyanuslara yayıldığı anlaşılınca 50 yıl önceki makalenin ne kadar önemli bir soruna işaret ettiği ancak görülebildi.

İlgili plastiğin yapısına katılan kimyasallar, plastiğin işlenme ve kullanım şekli, çöp haline geldiği andan itibaren başına gelenler, güneş ışınlarına, rüzgâra, darbelere maruz kalma gibi faktörler plastiğin mikroplastik haline dönüşme hızını, mikroplastik parçalarının büyüklüğü ve yapısını belirliyor. Beş milimetreden küçük boyutları ve görünüşleri yüzünden, plastiklerin mikroplastiklere dönüştüğünü bilmeyen gözler mikroplastikleri ayırt etmekte zorlanabiliyor. Bu yüzdendir ki etraf mikroplastikle dolu olsa bile toplumlar bu problemi tespit etmekte geç kalabiliyor. Küresel olarak mikroplastiklerin farkına varmamız da mikroplastiğin tarım arazilerine, besin zincirlerine ve ekosistemlere karışması sonrasında gerçekleşti.

Kullandığımız kozmetik ürünlerde; örneğin sıvı sabunlarda, yüz temizleme jellerinde, diş macunlarında birçok mikroplastik bulunuyor. Bu ürünleri her kullandığımızda mikroplastikler suya karışıyor.

Polyesterden imal edilen kıyafetlerimiz de çamaşır makinesinde yıkandığında binlerce mikroplastik partikül salıyor. Sedat Gündoğdu polyester tekstildeki mikroplastiklerin suya geçişini şöyle özetliyor: “Giydiğimiz tekstil ürünlerinin yıkanması esnasında da çamaşır makinasından çok ciddi bir mikroplastik, eğer ki giydiğiniz ürün tekstil malzemesi, polyesterden yapılırsa ciddi bir mikrofiber salınımı söz konusu. Altı kilogramlık bir yıkama 700 binle 800 bin arasında mikrofiberin kanalizasyona karışmasına neden oluyor. İki tane arıtma tesisinin giriş ve çıkış sularındaki mikroplastik miktarlarını karşılaştırdığımızda, arıtma tesisinin mikroplastik miktarının yüzde 70’ini giderebildiğini gördük. Yüzde 30’u olduğu gibi denize gidiyor. Günlük 1 milyar partikül geliyor, bunun 300 milyonu direkt olarak denizlere karışıyor.”

Kaynak: Release of synthetic microplastic fibres from domestic washing machines: Effects of fabric type and washing conditions

Atık su şebekelerine karışan mikroplastikler, arıtma tesislerinden çıkıp denizlere ulaşıyor. Bunlara bir de karada doğaya karışıp parçalanan mikroplastiklerin yağmur, sel ve akıntılarla denizlere ulaşması ekleniyor.

Günümüzde denizlerdeki milyarlarca ton plastiğin yüzde 95’inin mikroplastik formunda olduğu tahmin ediliyor.

2015 tarihli bir bilimsel çalışma, 2010 yılında ortaya çıkmış tüm plastik atıkların yaklaşık yüzde üçünün denizlere karıştığını söylüyordu. Ama yeni bir araştırma, 2016 yılında oluşmuş plastik atıkların yüzde 11’inin denizlere gittiğini hesapladı. Aynı çalışma, plastik üretimi ve tüketimindeki artış böyle giderse, her yıl denizlere karışan plastik atık miktarının 2030’da 90 milyon tona ulaşabileceğini söylüyor. Bu, denizlere giden plastik atık miktarının 15 yılda neredeyse dört kat artması demek.

Predicted growth in plastic waste exceeds efforts to mitigate plastic pollution başlıklı çalışma, 2030’da her yıl denizlere karışan plastik atıkların 90 milyon tona ulaşabileceğini hesapladı

Okyanuslar zaten plastik çöplüğü haline gelmiş durumda, üstelik iyimser senaryolarda bile okyanuslara giden plastiklerin tamamen önlenmesi değil, sınırlandırılması hedefleniyor.

Plastik döngüsünün nasıl daha verimli hala gelebileceğini araştıran Breaking the Plastic Wave raporunda önerilen entegre sistemde, denize karışan plastiklerin yüzde 80 azaltılabileceği öngörülüyor. Yani plastik kullanımını azaltsak ve geri dönüşümü işler hale getirsek bile, en iyi senaryoda her yıl hala 5 milyon ton plastik denizlere karışacak.

Breaking the Plastic Wave raporunda önerilen entegre sistem okyanuslara karışan plastik atık miktarını yüzde 80 azaltmayı başarsa bile, bu hala 5 milyon ton plastiğin her yıl okyanuslara karışması anlamına gelecek

Deniz ekosistemlerini kirleten plastik ve mikroplastikler, denizlerde sera gazı salımı yapmaya da devam ediyor. Özellikle tek kullanımlık plastiklerde yoğun biçimde tercih edilen polietilen, deniz ortamına girip mikroplastiklere dönüştükçe, ilk üretildiğindeki pelet formunun 488 katına varan miktarlarda sera gazı salımı yapabiliyor.

Sedat Gündoğdu, denizlere ulaşan plastik ve mikroplastiklerin parçalanmayı sürdürdüğünü anlatıyor: “Orada da parçalanmaya devam ediyorlar. Ortamdaki kimyasalları bünyelerine alıyorlar. Kendi bünyelerindeki kimyasalları da ortama tekrar veriyorlar. Böyle bir toksik alışveriş söz konusu. Bu durumun doğal ekosistemler üzerine yaptığı etkilerin başında da canlıların bunları yanlışlıkla tüketmesi var.”

Plastikleri gıda zannederek tüketen ya da takıldığı plastiklerden kurtulamayarak gelişim bozuklukları yaşayan deniz canlılarına bir süredir aşinayız. Ancak mikroplastikleri bünyelerine alan canlılarının karşılaştığı etkileri henüz tam bilmiyoruz. Özellikle suyu süzerek beslenen deniz canlıları çok sayıda mikroplastiği bünyelerine alabiliyor.

Sedat Gündoğdu’ya göre, deniz canlıları belli boyutun üstündeki mikroplastikleri boşaltım sistemleri aracılığıyla vücutlarından atabiliyor ancak mikroplastikler küçüldükçe bağırsak duvarını aşıp dolaşım sistemine geçiş yapma ihtimali artıyor: “Organlara, hatta beyin, kan beyin bariyerini bile aşabildiğini ortaya koyan özellikle nanoplastiklerin çalışmalar mevcut. Ne oluyor peki? Bu, balıklarda üreme bozukluğuna neden olabiliyor. Onların büyümelerini engelleyebiliyor. Çeşitli deformasyonlara neden oluyor. Hatta öldürebiliyor”

Mikroplastik Araştırma Grubu tarafından 2019’da gerçekleştirilen bir çalışma, deniz canlılarındaki mikroplastik varlığını inceledi. Mikroplastiklerin yol açtığı sorunların daha iyi anlaşılabilmesi için araştırma Türkiye’de en çok tüketilen türlere odaklandı. En kalabalık kentlerde satılan midye dolmaları ve Marmara, Ege ve Akdeniz’den çıkarılan balıkların mide ve sindirim kanallarını inceleyen çalışmanın sonuçları şaşırtıcı. İncelenen kefal türünün yüzde 65’inde, barbunun yüzde 63’ünde, tekirin yüzde 33’ünde, midye dolmalarınsa yüzde 91’inde mikroplastik bulundu.

Türkiye’deki Deniz Canlılarında Mikroplastik Kirliliği başlıklı raporun bulguları

Sedat Gündoğdu, plastik damacanalardan suya geçişleri bir dönem Türkiye’de tartışma konusu olan bisfenoller ile plastikteki benzer eklenti maddelerin, hormon taklidi yaparak vücudun hormonal sistemini bozabildiğini söylüyor. Tüketilen balıklardan insana mikroplastik geçişinin de mümkün olduğunu aktarıyor: “Biz balığın etini yiyoruz, iç organlarını yemiyoruz diye kendimizi şanslı hissedebiliriz ama o balık ne kadar şanslıysa biz de aslında o kadar şanslıyız. Çünkü o ete transfer olmuş kimyasallar ve nanoplastikler, bizim de bünyemize geçebiliyor. Varacağı en son nokta mikro-nanoplastik boyutları. Nanoplastik çok çok daha tehlikeli çünkü nanoplastik doku bariyerlerini aşabilecek kadar küçük plastiklerden bahsediyoruz.”

Türkiye’de plastiklerin insan sağlığına etkileri konusundaki en ciddi tartışma, su damacanalarındaki Bisfenol A maddesi hakkında çıkmıştı. Damacanaların imal edildiği polikarbonatın sertleşmesi için Bisfenol A kullanılıyor. Bisfenol A’nın da migrasyon yoluyla tüketilen suya geçme olasılığı söz konusu.

Türk Plastik Sanayicileri Araştırma, Geliştirme ve Eğitim Vakfı (PAGEV) Danışma Kurulu üyesi plastik mühendisi Metin Bilgili, damacanalardaki migrasyon ve Bisfenol A’nın suya geçme olasılığını şöyle yorumluyor: “Migrasyon plastiğin monomerinin, içinde bulundurduğu sıvıya, margarine ya da diğer maddelere geçmesidir. Çok küçük bir parçasının… [Damacanalar için] Sağlık Bakanlığı diyor ki, sağlık riski oluşmaması için migrasyonun yüzde altı seviyesinin altında olması lazım. Testler yapılıyor, binde üç çıkıyor. Binde üç hiçbir şey demek! Yani migrasyonla gelen monomerler vücuda geçse bile bünyeden atılıyor. Yüzde altının üzerine çıktığınız zaman midenizde biraz yanma yaratıyor. Sağlığa zararı var mı? Gerçekleşen binde üç olduğuna göre sağlığa herhangi bir zararı yok.”

Plastik mühendisi Metin Bilgili. Plastiğin Yolculuğu video-belgeselinden

Türkiye’de şehirlerdeki şebeke suyu genellikle içilmiyor. Yani hane halkı içme su ihtiyacını damacanalar içinde satılan sudan karşılıyor. Bu sebeple damacanalardaki Bisfenol A’nın olası migrasyonu denetim altında. Ama plastiklerin yapısındaki kimyasallar Bisfenol A’dan ibaret değil.

ABD merkezli Endokrin Topluluğu tarafından Aralık 2020’de yayınlanan yeni bir rapor, plastiklerin endokrin bozucu etkilerini tartışıyor. Çalışma, plastiklerin yapısında bulunan kimyasalların, çevresel faktörlerle gelişen kanser, nörolojik ve metaboliza hastalıklarını tetikleyebileceğini anlatıyor.

Yeni keşfedilen mikroplastiklerin etkilerini anlayabilmek için daha çok zamanımız olduğunu zannediyorduk ama mikroplastikler hayatımıza ve hatta bedenlerimize nüfuz etti bile.

2020’de yayınlanan şok edici bir makale, İtalya’da doğum sonrası altı anneden alınan plasenta örneklerinin dördünde mikroplastik partiküllerine rastlandığını duyurdu. Daha önce insan dışkısında mikroplastiklere rastlamıştı ama plasentada tespit edilen mikroplastik, doku bariyerinin aşılması anlamında bir ilk.

Plasticenta: First evidence of microplastics in human placenta makalesinden, mikroplastiklerin plasentaya geçiş mekanizmaları görselleştirmeleri

Araştırmacılar bu korkutucu gelişmeyi, plasenta ve plastik kelimelerinin bileşiminden hareketle, plasticenta diye adlandırıyor.

Anne ile bebek dolaşım sistemleri arasındaki bağlantıyı sağlayan plasentada mikroplastiklerin tespit edilmesi, mikroplastiklerin bebeklere de geçmiş olabileceğini akla getiriyor. ancak bu konuda yapılmış bir çalışma henüz yok. Ama mikroplastikler şimdiden gezegene yayılmış durumda. Yani çok yakında bu konuda daha korkunç tespitlerle karşılaşmamız olası.

İki güncel çalışma ne yazık ki insan organizmasında korkulandan daha fazla mikroplastik olabileceğini işaret ediyor.

Çin’de yapılan bir çalışma, farklı tip plastiklerden üretilmiş tek kullanımlık yemek kaplarındaki mikroplastik salımını inceledi. Birbirinden farklı tek kullanımlık yemek kaplarının tümünün, sıcak ya da soğuk suya maruz bırakıldıklarında, suya mikroplastik verdiği görüldü. Çalışmaya göre haftada 4 ile 7 defa bu tek kullanımlık kaplarda yemek siparişi veren biri, her hafta 12 ile 203 arası mikroplastik partikülü vücuduna alıyor olabilir.

Microplastics in take-out food containers çalışması kapsamında incelenen, adrese servis edilen gıdalarda kullanılan plastik kaplar

Mikroplastikler bazen hiç beklemediğimiz yerlerden de gelebiliyor. Tek kullanımlık kâğıt görünümlü bardaklarda ya da şekerli ve gazlı içecekler için sıkça kullanılan teneke ambalajlarda plastik bulunduğu pek bilinmiyor.

Gazlı içeceklerdeki asit, teneke ambalajlardaki alüminyumla tepkimeye girebildiği için, üreticiler alüminyum tenekelerinin içini plastik filmle kaplıyor.

İçecek tenekelerinin içindeki plastiği keşfetmek o kadar güç değil. Önce bir içecek tenekesinin dış kaplamasını zımparayla güzelce kazıdık ve alüminyumu ortaya çıkardık.

Plastiğin Yolculuğu video-belgeselinden

Daha sonra marketten sıradan bir lavabo açıcı kimyasal aldık. Lavabo açıcıdaki aşındırıcılar, aynı ortama konduğu içecek tenekesinin alüminyum kaplamasıyla tepkimeye girdi. Kısa süre içinde aşındırıcı, alüminyumun bütünlüğünü bozdu ve tenekenin içindeki gizli plastik kaplama ortaya çıktı.

Plastiğin Yolculuğu video-belgeselinden

Bir başka bilimsel çalışma, içecek tenekelerindeki gibi gizli bir plastiğin, tek kullanımlık kâğıt bardaklardaki plastik kaplamanın mikroplastik etkilerini inceledi. Kâğıt bardakların sıvıyla temas sonrasında yırtılmaması için bu bardakların iç kısımları, genelde polietilenden üretilmiş plastik filmlerle kaplanıyor. Tek kullanımlık bardaklardaki plastik filmleri 15 dakika boyunca 85-90°C arası sıcaklıktaki suya maruz bırakan araştırmacılar, filmlerden mikron büyüklüğünde 25,000 adet mikroplastik parçacığın suya geçtiğini fark etti.

Tek kullanımlık kaplarla eve yemek siparişi vermenin ve tek kullanımlık bardaklarda sıcak içecekler tüketmenin vücudumuzdaki mikroplastik miktarını artırdığını artık biliyoruz. Endokrin Topluluğu tarafından yapılan araştırmanın plastikler için yaptığı uyarıların mikroplastikler için de geçerli olmaması için herhangi bir sebep yok. Yani yaşam biçimimiz ve tükettiğimiz ambalajlı gıdalar endokrin sistemlerimize de ciddi bir etki yapıyor olabilir.

Plastiklerle dolu hayatımız sadece iklim değişikliğini hızlandırmıyor, aynı zamanda dünyayı da mikroplastiklerle dolduruyor.

Biz sıradan tüketiciler için tek kullanımlık plastikleri hayatlarımızdan çıkarmak ve plastik tüketimimizi azaltmak fena fikir değil ama bunu tek başımıza yapmak sistemi değiştirmeye yetmeyebilir. Plastik üretimin düşmesi şart. Ama şirketler bunu gönüllü yapacağa pek de benzemiyor.

Dünyanın en büyük plastik ambalaj üreticilerinden Unilever, tüm ambalajlarında yaklaşık yüzde beş oranında geri dönüştürülmüş plastik kullanıyor. Şirket 2025’e kadar bu oranı yüzde 25’e çıkaracağını söylüyor. Bir başka dev şirket Henkel 2025’e kadar ambalajlarında yüzde 30 geri dönüştürülmüş plastik kullanma taahhüdünde bulunuyor. Plastik söz konusu olunca gönüllü taahhütleriyle en çok bilinen şirket, dakikada ürettiği 200 bin şişe ve yıllık 3 milyon ton plastik üretimiyle Coca Cola. Ama Coca Cola geçmişte verdiği gönüllü taahhütlerin birçoğunu, geri dönüşüm pek de ekonomik olmadığı için yerine getirmedi. Çünkü küresel olarak ciddi yaptırımlar yok ve şirketleri geri dönüşüme sevk eden tek şey, geri dönüştürülmüş ambalajları kullanmak isteyen tüketiciye ulaşmak.

Evet, 1950’den bugüne kadar üretilmiş tüm plastiklerin sadece yüzde 9’unu geri dönüştürebildik. Günümüzde üretilen neredeyse tüm plastikler kâğıt üzerinde geri dönüştürülebilir olmasına karşın gerçekten geri dönüştürülen plastiklerin oranıysa en iyimser tahminle yüzde 18’i geçmiyor.

Yine de plastik devleri, tüketiciler yeterince bilinçli olursa, geri dönüşüm sayesinde üretimi azaltmadan plastik krizinin aşılabileceğini söylüyor.

Ama plastikler bu hızla üretilmeye devam ederse, üretimde kullanılan fosil yakıtlarla başlayıp atığa dönüştükten sonra bile açığa çıkmaya devam eden sera gazı emisyonları, plastiği iklim değişikliğinin en önemli iticilerinden biri haline getirecek.

Plastik endüstrisi merkezi ve yerel yönetimlerce kısıtlanmazsa, plastik çağının sonu felaketle bitebilir.